DAVA VE KINA
Her bireyin kendine has hayat felsefesi, hayat beklentisi veya ideolojisi mevcuttur. Söz konusu felseye yada ideoloji fikriyattan fiiliyata geçtiği zaman sosyolojik boyut kazanmaktadır. Dava konusu da beşerden cemiyete sirayet ettiği zaman, sosyolojik boyuta dönüşmektedir.Bireylerin sıklıkla söz ettikleri dava sosyolojik tanımı ile “dava” ideolojik ve politik bir kavramdır.
Dava tanımı, kişi, kurum ve oluşumlar açısında farklılık gösterdiği gibi, her fırkanın, grubun, meşrebin, fraksiyonun kendi davaları, kendi dava liderleri, dava neferleri ve dava ilkeleri vardır.
Politik psikolojiyle ilgilenenler bu konuyu şu şekilde tanımlamaktadırlar:
“Dava, üretim araçlarını ve yönetim erkini ele geçirmek için yapılan materyalist mücadeleye verilen isimdir. Bu dini ya da dünyevi, bütün ideolojiler için geçerlidir.”
Yukarıda belirtilen, açıklamalar, “dava”nın bilimsel ve ideolojik tanımlaması niteliğindedir.
Bizler Makedonya Türkleri için ise dava, 19.yy. başlarında vuku bulan “altı asırlık hakimiyetin sona ermesi” neticesinde azınlık mücadelesinin öksüz kalmış formasyonudur.
Demokratiklşeme süreçlerinin ilk döneminde, milli ve dini ögelere sahip çıkmak, korumak, kollamak, geliştirmek için verilen mücadele “dava” denilen ülkünün kendisiydi. Lakin, felsefi akım olarak davanın beşerden cemiyete ve tekrardan cemiyetten beşere dönüşüm sağlaması, aslında davanın bireysel anlamda farklılık azr ettiğini şahitlik etmiş olduk.
Buna istinaden, oluşan muğlaklık sayesinde, her ideoloji için davanın ilkleri basitçe değiştiriliyor, farklı zeminlere çekilmektedir. Neticesinde tam anlamıyla tanımlanması söz konusu değildir.
Toplumumuzda yıllarca “dava” diyen: polititik, sivil toplum kuruluşları ve egosantik zümrelerin, “dava çizgisinde” neler yapıldığının muhasebesi elbette tarih kitaplarında yerini alacaktır, lakin:
Hayatımızın birçok alanında maruz kaldığımız onca haksızlığa rağmen, anayasal haklarımızın temini için ulusal mahkemelerde tek kazanılmış “dava”mız yok, çünkü kendini davacı nitelendiren “dava”cılarımız dava açmaktan aciz,Azınlık haklarının korunması için uluslararası mahkemelerde tek kaznılmış davamız yok, çünkü “dava”cılarımız dava açmaktan aciz, fakat dernek, siyasi partı, fırka, meşrep kurma furyası son sürat devam ediyor. Haliyle, farklı merkezlerin ağlarında saplananlar, fırıldaklığı hüner edinip, şark kurnazlığıyla “dava”dan ihanete, ihanetten bölücülüğe dikey geçiş gerçekleştirmektedirler.
Manevi eserlerimiz, depolara, müzelere, farklı mabetlere dönüştürülürken, “dava”cılarımızda “kına”ma ritüeli olgu haline dönüştü.
Ritüel nitelendirmenin sebebi, her haksızlıkta “çok sert kına”ma nın gerçekleştiğine şahitlik etmiş bulunmaktayız.Çok muhterem sözde “dava”cılar gerçekte kınacılar, en azından dava uğruna hayatlarından olan “Yücel” Şehitlerinin manevi huzurlarında iade-i itibarlarını gerçekleştirip, Yücel Şehitliğini “kalplerdeki sızı” olarak algılamanız, sizlere davacı demek toplumun vicdan borcu olurdu. Maalesef siz “kına”cı olmanın vazgeçilmez cazibesi ile hemhal oldunuz.
Son olarak, “27 Şubat 2020’de AB Konseyi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetkisiz sondaj faaliyetleri açısından kısıtlayıcı tedbirlere ilişkin 2020/275 sayılı Kararı kabul edilip, 6 mart 2020 tarihinde Makedonya Hükümeti bu kararı onaylanıp, yürürlüğe girmişti. Anavatanımız hakkında alınan bu siyasi karar elbette hukuki dayanağı olmayan siyasi bir eziklik göstergesidir.
O süreçte bu olay hakkında sosyal medyada yine “kına” ma ritüelinde bulunanlar ne etti merak ediyorum, Anavatanlarının yanında olduklarını tescil ettirmek için hukuki süreci başlatıp“dava” cı mı oldular, yürüyüş mu yaptılar, yol mu kapattılar, yoksa hukuk organları ile hala bu konunun inceleme aşamasını mı aşamadılar ? yada yine riteüllere devam edip, “kına”cı mı oldular ?
Kimbilir ? bu zümre belki de “kına”ma kelimesini bir metafor olarak, yerel şivelye “kına”ç (mest ) olduk anlamında kullanmaktadır.